Sana,
Benim sana olan duygularım, aşk değil, sevda değil. Olmazı oldursan mesela bugün koşup gelsen açılmaz kollarım bir yandan bir yana. Fakat sen... sen benim bu hayatta kaybettiğim her mücadelenin, kazandım derken kendi hatalarımla geriye düşmelerimin ete kemiğe bürünmüş halisin. Sen, benim bomboş hayatımın anlatılmaya değer tek hikayesisin. Ondandır yıllara yenik düşmeden sana yazdığım cümlelerim. Ondandır gittiğim her yerde seni de yanımda taşımam. Ayaklarımın bastığı her yerde sen de varsın, baktığım her yerde varlığın, duyduğum her şarkıda adın... Sen, sadece sen olduğun için yoksun aklımda. Sen, benim bu hayatta kaybettiğim her şeysin ve uyandığım her gün bununla yüzleşmek benim ahir yaşamımdaki çilem. Geleceğimin belirsizliğinde, geçmişimin flu anılarında sen, gecenin karanlığında, günün maviliğinde sen. Yattığım uykuda, gördüğüm rüyada... Sen, benim gökkubbeyle toprak arasında yaşadığım hem cennet, hem de cehennem.
Senden sonrasının olmayacağını söylemem basit bir yalan değildi tam aksine sıradan bir gerçekten çok daha fazlasıydı. Kendini çok iyi tanıyan bir adamın feryadı. Bugün bu adamın yüreğinde sana atfedebileceği milyonlarca farklı duygu var. Her birini sana yakıştırabiliyorum. Çünkü dedim ya senin yerin, bir insanın yeri değil. Ne körkütük sevilebilirsin, ne tamamiyle vazgeçilebilir. Güzelim saçlarının arasında şefkatle dolaşabilir parmaklarım, yahut gözlerim gözlerine dehşeti sunar bir bakışımla. Ben, bitik bir adamım. Coğrafyanın acımasızlığıyla terbiye edilmiş... Görünen ve görünmeyen mesafeler boyunca sürüklendiğim bu yerde bedenim paramparça. Değişmeyen bir çift gözüm kaldı, cesedimi teşhis etmene yararcasına; onunla da sana nasıl bakabileceğimi bilmiyorum. Onu da sen unuttun zaten, başka gözlerin görüş açısında.
Bu sana dair yazdığım satırların ne ilki ne de sonuncusu. Her bir harfinden ayrı ayrı utanıyorum bunların. Hayır, bu çekingen ruhumun gariban utangaçlığı değil; bu apaçık bir utanç duygusu. Fakat göğsümden çıkarıp atmam gerektiğini de biliyorum. İçimde kalanlar beni boğarken bu bitkin bedenimden bir parça yük atmak istiyorum. Zira üstümdeki bu yük beni düşürüyor.
Ve ben,
Başımda ağrılarım. Başımı ağrıtan düşüncelerimle. Belli belirsiz yere uzanmış halde görüyorum kendimi, tepemde görkemli ağaçların dallarından bir nebze görünen gri gökyüzü. Sırtıma batan dikenlerin acısına saniyeler önce düşmeye başlayan damlalar eşlik ediyor. Damlalar gitgide hızlanıyor, büyüyor. Çamura dönüşüyor etrafım. Saniyeler önce sana yazdığım satırların olduğu bir defter yıkık dökük evimdeki masanın üstünde açık vaziyette duruyor. Damlaların beni sırılsıklam edişi ve çamura bulayışından aldığım keyifi tahmin bile edemezsin. Delice kahkahalar kopuyor içimden. Ya da yalnızca kahkahalar, bir deliden çıktığı için öyle duyuluyor. İki yana açık kollarımla, yerde bedenim kadar kuru bir yeri miras bırakıyorum. Anlık bir şey. Her şey anlık, her şey geçici. Bir sen varsın, kovsam bile gitmeyecekmişçesine. Devran dönsün diye bekliyorum, lakin sadece dünya dönüyor, gece ve gündüz birbirini kovalarken gerisi hep aynı kalıyor.
Yine sana,
Üsküdar'da kız kulesine bakan bir bankta, rüzgara teslim ettiğin saçların dalgalanıp kıskandırır müjdelenmiş şehrin güzelliklerini. Yüzünde alışılagelmiş bir somurtu ifadesi. Birleşen tek şey gövdene yaslanmış kolların, geri kalan her şey ayrı. Seni de yoran bu değil mi zaten, belki de benim gibi ağrıtan başını. Ben de orada oturmuştum. Aynı yerde. Aynı ifade ve aynı duygularla. Muhattap farklılığı ise ne acı bir detay. Hele ki çocukluğumuzun bir gününde birlikte oturmaya sözleşmişken. Ancak tüm bu zaman mefhumunun yaşattıklarından sonra canımı yakan şey bu değil. Bunlar hatalarımın bedeli. Eyvallahım sonsuz. Sana dair hislerimin çeşitliliği gibi canımı yakanların çeşitliliğinden de bir tane beğenemiyorum. Bu durum, benim yarım aklımın yetebileceğinden çok daha fazlası. Bu durum, çırpındıkça battığım bir bataklık. Saat gece 2'yi 11 geçiyor, ben bu satırlara başlarken saat akşamın 11'iydi. Ancak daha da önemlisi benim tüm bunları toplayabilmem bundan çok daha fazlasını, bir buçuk yılımı aldı. Topladıklarımsa yalnızca belirsizliklerim. Belki bir o kadar daha geçer ve belki o zaman belirsizliklerim arasından bir şeyler baş gösterir. Belki bir o kadar daha geçer ve zamanın geldiği noktada ben olmam. Senin adın düşüncelerimde, senin adın dilimde, senin adın avuçlarım semaya açıldığı zaman en içten dualarımda. Unutmak dileğiyle, geri kalan her şeyin treni yıllar önce kaçtı.
18-19 mayıs 2017.
buğra.