16 Ekim 2017 Pazartesi

sokak devriyesi.


Bugün can yoldaşım diyebileceğim bir arkadaşımla sabahın soğuk ve erken bir saatinde alakasız boş ara sokaklarda elde sigara yürürken kafama bir şey dank etti. Adımlarımız sanki bir yere yetişmeye çalışıyormuşuzcasına hızlıydı ama yetişmemiz gereken bir yere yürümüyorduk. Aslında nereye yürüdüğümüzü de bilmiyorduk. Herkes bir yerlere geldi, yahut gelmeyenler de gelmiş süsü verdi. Bir biz kalmışız haberimiz yok. Her gün sokaklarda karşılaştığımız adamlar ortada yok. Sanki bu sokakların bütün nöbetini bize yazmışlar da kaçıp gitmişler. Bir biz kalmışız.

Bu kaçıp gidenlerin başına gelenleri bir yerlerden duyduğumuz zaman çok şaşırıyoruz. Neden ki? Sokaklara baktığın zaman kaçını görüyoruz artık? Küçük bir şehrin dar ara sokaklarından herkes çıkarken bizim kabuğumuz kalınlaştı. Bizim potansiyelimizin bunun üzerinde olduğunu düşünsem de ne zaman kafamızı kaldırmaya çalışsak inen darbeler bizim haddimizi burası belledi. Kendimizi bunlardan korumak için kabuğumuzu kalınlaştırdık ve o kabul öyle bir hal aldı ki biz istesek de çıkamıyoruz içinden. Uzak mesafelerden akıp gelen selin önüne geleni yıkarak taşıdığı şeylerden bir tanesi benim bu şehri kendime işkence yapmam üzerineydi ama işkence mekanlarda değil, işkence insana en yakın gibi görünüp en uzak olan yerde; tam içinde. Ben hayallerimin başkentinde küçük karanlık bir odada uykusuzlukla mücadelemi gözlerimin ıslaklığıyla bölmüşken ne kadar suçlayabilirim ki burayı. 

Demem o ki, bizim bu boş ve soğuk ara sokaklarda elde sigara yürüyüşlerimiz devam edecek. Bir medet umma, binlerce dua, akabinde hayal kırıklıklarıyla gelen binlerce sitem... finalde bunlar birkaç gereksiz telkine ve geri vites yaparak ettiğimiz şükürlere bağlanır. Ne biz bir yön bulabiliriz kendimize, ne hayat bize şu yıllar sonra kahkahalarla anlatılan türde tesadüflerinden sunar. Biz bu boş ve soğuk ara sokakların arasında dudaklarımızdan yükselen dumanlar gibi darmadağınız. Ve bu dumanlar gibi ne çevremize bir yararımız var, ne kendimize. Belki ufak tefek hatalarımız oldu, tamam belki de bundan daha fazla. Yine de her şey olabiliriz ama suçlu değiliz. Hatalıyız, ama suçlu değiliz. Bu yaşadığımız suçlarımızın bedeli değil, zira bu kadar büyük bedeller ödeyecek suçlar işlemedik. Bu yaşadığımız şey bir kötülüğün sonucu. 

Bir gün o arkadaşımın da gideceğini biliyorum. Bunu bir hasetle veya kıskançlıkla yazmıyorum. Umarım gider. Bu boş ve soğuk ara sokaklarda bir kaybeden ruhu, ikisine yeğlerim. Bunca kaypağın kurtulduğu yerde onun gidişine ağıt yakacak değilim. Aksine sevindirir bu beni. Peki ya ben? Benim hayatımda bir şeyin iyiye gideceği falan yok. Şükrettiğim birkaç parça şeyi de sona yaklaştırıyor hayat. İsyan ettiğim tonlarcasınınsa bir çözümüne yaklaştığını sanmıyorum. Sanmamaktan da öte, adım gibi biliyorum. Tuhaf bir kader, her şeyin ortasında kalmış bir ruh, üst üste biriken yarak kürek işler. Kendime her şeyi yoluna koyacağıma dair milyonlarca kez söz verdim ama olmadı. Zaten kendime uzun bir ömür biçmişliğim yok artık. Ne bir işe, ne bir aileye, ne bir geleceğe yönelik hayalim kaldı içimde. Şu an bu satırları yazarken bile kafama dank eden şeyler acilen uyanmam gereken kötü bir kabus gibi geliyor ama bu olanlar gerçek ve lanetimin bir parçası. Ben ilk günden bugüne, milyarlarca insanın ayak basıp gittiği bu dünyaya gelmiş yalnızca basit bir insanım, vadem dolar giderim. İsmim bu dünyaya kazınmayacak, gelişim ve bugünüm gibi gidişim de kimse için bir şeyi değiştirmeyecek. Bunu dert edinemeyecek kadar öncelikli dertlerim var ancak ben bu gidişi bir gün yüzü bile görmeden yapacağım ya, o zoruma gidiyor işte. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder